Türkiyenin en büyük müzesi: Şanlıurfa Arkeoloji ve Mozaik Müzesi

Şanlıurfa'da 1,5 yıl önce açılan ve Türkiye'nin "en büyük müzesi" unvanını alan Şanlıurfa Müze Kompleksi, ziyaretçilerine insanlığın ilk çağlarından günümüze kadar uzanan serüvenini, tarihi eser, canlandırma ve imitasyonlarla görme imkanı sunuyor. devamı...

Çanakkale Boğazında kayıp kent bulundu

Çanakkale Boğazı'nda Troya'dan 2 bin yıl önce MÖ 5000 civarlarında kurulmuş bir kayıp kent bulundu. Keşfedilen kayıp kent, yıllardır tartışılagelen Boğazlardaki su seviyesinin iniş ve çıkışlarıyla ilgili de ayrıntılı veri sağlayacak. devamı...

Harari ile Sapiens ve Homo Deus üzerine sohbetler

Harari geleneksel ‘Tarihçi Akademisyen’ ezberimizi alabildiğine detaylı, tutarlı ve kışkırtıcı yöntemlerle bozarak ilk kitabı Sapiens’ta Dünya gezegenindeki yaşam savaşında Homo Sapiens olarak adlandırılan türümüzün bütün acizliğine rağmen nasıl gelip geldiğine bakıyor. devamı...

Dünyanın en 'Allahsız' kentleri

Bir dine ya da bir güce sıkı sıkıya bağlı olsanız da her türlü dini düşünceyi şiddetle reddetseniz de herkes için geçerli olan bir şey var: insanlar kendileri gibi düşünen kişilerin yanında daha rahat hissederler. devamı...

Türk milletinin Anadolu'da hikayesinin başladığı yer: Ahlat

Ahlat Kaymakamlığı'nın girişimiyle Türk milletinin Anadolu'daki hikayesinin başladığı yer olarak ifade edilen Ahlat'ın tarihi ve kültürel misyonunu anlatan kısa film hazırlandı. Film ilk olarak Diriliş Ertuğrul dizisinin internet sayfasında yer alacak. devamı...

24 Şubat 2017 Cuma

SULTANAHMET CAMİSİNİN ALTINI KAZAN DEFİNE AVCISI SUÇÜSTÜ YAKALANDI

Sultanahmet Camisi'ne doğru kazılan tünelde aydınlatma sistemi yapıldığı da belirlendi. Matbaacı olduğu öğrenilen define avcısı Hakan Ö. gözaltına alındı.



Sultanahmet'teki bir gecekondudan Sultanahmet Camisi'ne doğru tünel kazan define avcısı Hakan Ö. suçüstü yakalandı. Hakan Ö.'nün kazı sırasında elde ettiği Bizans dönemine ait 23 adet toprak küp, seramik parçalar ve sikkeler ele geçirildi.

İstanbul Kaçakçılıkla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, define avcılarının "Sultanahmet Camisi ve Ayasofya'nın altına doğru kaçak kazı yaptığı" yönündeki ihbar üzerine harekete geçti. Bunun üzerine yabancı dil bilen sivil polisler Sultanahmet bölgesinde turist gibi gezerek gece gündüz çalışmaya başladı.



EL ARABASIYLA KUM TAŞIYAN BİR KİŞİ YAKALANDI

Sivil polis ekipleri, gece geç saatlerde el arabasıyla kum taşıyan bir kişiyi belirledi. Sultanahmet Camisi'nin alt tarafındaki bir gecekondu eve girip çıkan kişi izlemeye alındı. Takip edilen kişinin gecekondu evden sürekli olarak kum taşıdığı belirlendi. Kaçak kazı yapan kişinin o olabileceği değerlendirilerek eve baskın düzenlendi.

6 METRELİK TÜNEL BULUNDU

Sultanahmet Albıyık Değirmeni Sokak No:19'da bulunan gecekondu eve yapılan baskında 6 metrelik bir tünel bulundu. Sultanahmet Camisi'ne doğru kazılan tünelde aydınlatma sistemi yapıldığı da belirlendi. Matbaacı olduğu öğrenilen define avcısı Hakan Ö. gözaltına alındı.

TARİHİ ESERLERE EL KONULDU

Kazı alanı ve gecekonduda yapılan aramalarda, Bizans dönemine ait 23 adet küp ve seramik parçalar, kazı yapılan yerin altında Bizans ve daha eski dönemlere ait olduğu belirlenen tarihi eser kalıntıları, 2 adet Bizans dönemine ait sikkeler, 1 adet kemer tokası ele geçirildi.

Olay yerinde inceleme yapan polis ekipleri, Sultanahmet Camisi'nin altına doğru kaçak kazı yapan Hakan Ö.'nün tarihi yapıya zarar verdiği belirledi. Gözaltına alınan Hakan Ö. hakkında adli işlem başlatıldı.


kaynak: habertürk

23 Şubat 2017 Perşembe

ÜLKEMİZİN EN BÜYÜK MÜZESİ: ŞANLIURFA ARKEOLOJİ VE MOZAİK MÜZESİ

Şanlıurfa'da 1,5 yıl önce açılan ve Türkiye'nin "en büyük müzesi" unvanını alan Şanlıurfa Müze Kompleksi, ziyaretçilerine insanlığın ilk çağlarından günümüze kadar uzanan serüvenini, tarihi eser, canlandırma ve imitasyonlarla görme imkanı sunuyor.


Balıklıgöl yakınında 200 dönümlük alana inşa edilen Şanlıurfa Müze Kompleksinde teşhir edilen eserler, kronolojik düzende, ait oldukları döneme ilişkin görsel canlandırmalarla ziyaretçilerine adeta "o dönemde yaşıyormuş hissi" uyandırıyor.

Yüzlerce insan ve hayvan figürünün işlendiği oyma taşlar, mezarlıklar ve kitabelerin bulunduğu Arkeoloji Müzesi, ziyaretçilerini adeta tarihsel süreç içinde yolculuğa çıkarıyor. 

Geziye ilk olarak insanlık tarihinin başlangıç noktası olan Paleolitik Çağ Salonu ile başlayan ziyaretçiler, burada insanların avlanma şekli, ateşi nasıl yaktığı ve toplayıcılık faaliyetlerini anlatan canlandırmalarla karşılaşıyor. Oluşturulan güzergahı takip eden ziyaretçiler, milattan önce 9 bin 500'lü yıllara tarihlenen ve "dünyanın gerçek boyutta yontulmuş ilk eseri" olarak bilinen 180 santimetre boyundaki "Balıklıgöl heykeli"ni görme imkanı buluyor.



Daha sonra "Neolitik Dönemi" inceleme şansı yakalayan ziyaretçiler, burada Göbeklitepe, Nevali Çori gibi insanlık tarihine yön veren dönemlere ait eser ve imitasyonlarla geçmişe yönelik fikir edinebiliyor. 

Kalkolitik Çağ Salonu'nda ise dönemin öne çıkan ticaret faaliyetleriyle ilgili canlandırmaları ve bölgede bulunan o döneme ait eserleri görebilen ziyaretçiler, Tunç Çağı'nda da Lidar Höyük'ten çıkan eserleri inceleme şansı yakalıyor. Milattan önce 3 bin 500'e tarihlenen oyuncak ve düdükleri yakından inceleme fırsatı bulanlar, ardından bazalt malzemeden yapılmış eserlerin yer aldığı Demir Çağı Salonu'nda Roma Caddesi'nde yürüyerek, canlandırması yapılan cam atölyesiyle karşılaşıyor.

Arkeoloji Müzesi'nde son olarak İslami Dönem Salonu'nu gezen ziyaretçiler, sergilenen tarihi eserlerin yanı sıra "Peygamberler Şehri Urfa"da insanların tek tanrı inancı ve Nemrut ile mücadelesini anlatan 12 projeksiyon cihazından 4 duvara aynı görüntüyü veren 360 derecelik video gösterisini izleme şansı yakalıyor.



kaynak: ntv

17 Şubat 2017 Cuma

ARCHAEOLOGY MAGAZINE MARCH - APRIL 2017 SAYISI


Archaeology Magazine  Mart - Nisan 2017 sayısını okumak için tıklayınız...


16 Şubat 2017 Perşembe

SAPIENS VE HOMO DEUSUN YAZARI İLE İNSANLIK VE GELECEĞİ ÜSTÜNE SÖYLEŞİ

Yuval Noah Harari, İsrail’in Kudüs şehrindeki İbrani Üniversitesi’nde dünya tarihi dersi veren bir akademisyen. (Diğer milyonlarca kişi gibi) kendisinden haberdar olmam 2014 yılında raflarda yerini alan Sapiens (Hayvanlardan tanrılara insan türünün kısa bir tarihi) ve 2016’da yayımlanan Homo Deus (Yarının kısa bir tarihi) başlıklı -büyük bir iştahla, yutarcasına okuduğum- kitapları sayesinde oldu.



Harari geleneksel ‘Tarihçi Akademisyen’ ezberimizi alabildiğine detaylı, tutarlı ve kışkırtıcı yöntemlerle bozarak ilk kitabı Sapiens’ta (sandığımızdan çok uzun bir maziye sahip) Dünya gezegenindeki yaşam savaşında Homo Sapiens olarak adlandırılan türümüzün bütün acizliğine rağmen nasıl gelip geldiğine bakıyor.



Tanrıya özenen insanın arayışı

Bencilce bir hırs ve iştahla kazanılıp, teknolojiyle perçinlenen bu galibiyetin ardından gelen (ve gelecek) süreç ise Homo Deus (Tanrı İnsan) kitabının konusu. Homo Deus, teknolojinin en büyük meyvesi olarak kabul edilen yapay zeka ile donanacak sistemlerle insanın (ve ikisinin birleşiminden doğacak olası yeni bir ırkın) ilişkilerine göz atıyor (önemli bir tespiti olan ‘faydasız insanlar’ meselesine ayrı bir haberde bakmıştık).

Tarih insanın Tanrı’yı icat etmesiyle başladı ve Tanrı’ya dönüşmesiyle son bulacak. (Y. N. Harari)

Aşağıda tamamını izleyebileceğiniz söyleşi Harari’nin 25 Ocak 2017 tarihinde İstanbul’daki konuşmasının ertesi günü gerçekleştirildi.



1 saatlik bu söyleşinin 11 parçadan oluştuğunu ve Türkçe altyazılı olduğunu hatırlatmak isterim (altyazı desteğiniz kapalıysa video oynatıcının alt çubuğundaki düğmesinden etkin hale getirebilirsiniz).



kaynak: dünyahalleri

2500 YILLIK MEZAR ODASININ BOYALI FRİZLERİ SERGİLENMEYİ BEKLİYOR

Afyonkarahisar'daki Tatarlı Tümülüsü'nde 48 yıl önce kaçak kazılarda bulunduktan sonra bir bölümü yurt dışına kaçırılan ve çabalar sonucu Türkiye'ye getirilen 2 bin 500 yıllık ahşap mezar odasının boyalı frizleri sergilenmeyi bekliyor. Milattan önce 525 yılına tarihlenen mezar odasının ahşap parçalarının Almanya'daki Münih Arkeoloji Müzesinde olduğunu belirleyen Prof. Dr. Latife Summerer, durumu Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine bildirdi. Bakanlığın girişimleri sonucu müzedeki 38 küçük ahşap parçası ve 4 kalas, 2010'da Türkiye'ye getirildi.


Afyonkarahisar'ın Dinar ilçesine bağlı Tatarlı beldesinde yer alan tümülüste kaçak kazı yapanlarca 1969 yılında bulunan mezar odasının, boyalı ahşap parçaları yurt dışına kaçırıldı.

Milattan önce 525 yılına tarihlenen mezar odasının ahşap parçalarının Almanya'daki Münih Arkeoloji Müzesi'nde olduğunu belirleyen Prof. Dr. Latife Summerer, durumu Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine bildirdi. Bakanlığın girişimleri sonucu müzedeki 38 küçük ahşap parçası ve 4 kalas, 2010'da Türkiye'ye getirildi. Afyonkarahisar Müzesi'ndeki özel sandıklara alınan eserin, yapılan yeni müzede ayrılan özel bölümde sergilenmesini planlanıyor.

Kültür mirasının en değerli eserleri arasında
Türkiye'deki kültür mirasının en değerli eserleri arasında yer alan Tatarlı Tümülüsü'ndeki renkli resimlerle bezenmiş frizler, bugün tamamen kaybolmuş olan antik çağ ahşap resim sanatının yegane örneği olarak gösteriliyor.

Frizlerde savaş, sefer, av veya huzura kabul konulu resimlerde, soylu kişilerin hayatından kesitler sunuluyor. Kortej, kurban, savaş dansçıları ve cenaze törenlerinden sahneler içeren temalar, Anadolu-Pers mezar sanatının tasvirlerini yansıtıyor.
Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt Üyümez, yaptığı açıklamada, ahşap mezar odasının 1969'da kaçak kazı yapanlarca bulunup yağmalandığını, bazı kısımlarının da yurt dışına kaçırıldığını söyledi.

Mezar odasındaki boyalı frizlerin dikkati çektiğini vurgulayan Üyümez, şöyle devam etti:

"2500 yıllık ahşap mezar odasının içi tamamen boyalıydı ancak boyalar yer yer korunabilmişti. Buna rağmen Tatarlı mezar odasının boyalı frizleri dünya çapında bir sansasyondur. Bu kadar eski dönemden günümüze ulaşan ahşap zemin üzerine boyalı resimlerin olduğu eser yok denecek kadar azdır. Bu özelliğiyle ünik (tek, eşi olmayan) eserdir."


kaynak: yenişafak

14 Şubat 2017 Salı

MEMURLUK BEKLEYEN ARKEOLOGLAR İÇİN AÇIKLAMA PDB'DEN GELDİ

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Personel Daire Başkanlığı'nın, Sözleşmeli Personel Sözlü Sınavı ile ilgili detayları yazılı bir açıklamayla duyurdu.



PDB(Personel Daire Başkanlığı) açıklamada Kütüphaneci, Arkeolog ve Müze Araştırmacısı sözlü sınavları hakkında şartnameleri hatırlattı.

I- KÜTÜPHANECİ: pozisyon unvanından başvuranlardan duyuruda belirtilen durum ve şartlara sahip olup, KPSS P3 puanına göre pozisyon unvan sayısının üç katı aday arasına girerek sözlü sınava katılmaya hak kazanan adayların günlere göre ayrılmış listesi aşağıda yer almıştır. Liste her gün 100 kişinin mülakata alınması şeklinde düzenlenmiş olup, sözlü sınavın belirtilen günde bitmemesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.

II- ARKEOLOG: pozisyon unvanından başvuranlardan duyuruda belirtilen durum ve şartlara sahip olup, KPSS P3 puanına göre pozisyon unvan sayısının üç katı aday arasına girerek sözlü sınava katılmaya hak kazanan adayların günlere göre ayrılmış listesi aşağıda yer almıştır. Liste her gün 100 kişinin mülakata alınması şeklinde düzenlenmiş olup, sözlü sınavın belirtilen günde bitmemesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.

III- MÜZE ARAŞTIRMACISI: pozisyon unvanından başvuran çeşitli bölüm mezunlarından (Sanat Tarihi, Antropoloji, Etnoloji, Tarih, Sümeroloji, Hititoloji, Filoloji) duyuruda belirtilen durum ve şartlara sahip olup, KPSS P3 puanına göre pozisyon unvan sayısının üç katı aday arasına girerek sözlü sınava katılmaya hak kazanan adayların günlere göre ayrılmış listesi aşağıda yer almıştır. Liste her gün 100 kişinin mülakata alınması şeklinde düzenlenmiş olup, sözlü sınavın belirtilen günde bitmemesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.


haber: Arkeonews




13 Şubat 2017 Pazartesi

İZNİK GÖLÜNDEKİ BAZİLİKADA DAHA ESKİ MEZAR ODALARI BULUNDU

Bursa’daki İznik Gölü’nün dibinde tesadüfen bulunan bazilikada yapılan araştırmalarda, daha eskiye tarihlenen mezar odaları keşfedildi.


İznik gölünün 2 metre altındaki kilise kalıntıları, Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından havadan yapılan fotoğraflama çalışmaları sırasında tesadüfen keşfedilmişti. Bursa’nın İznik İlçesi’nde, göl kıyısının 20 metre açığında 1.5- 2 metre derinlikte bulunan bazilikanın, 1500 yıl önce Aziz Neophytos’un adına inşa edildiği belirlenmişti.

Uludağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Şahin’in başkanlığında 2 yıldır yürütülen su altı çalışmalarında arkeolog dalgıçlar, yapının dışında o mimariye uymayan başka bir duvar kalıntısı ile karşılaştı. MÖ 3. yüzyıla ait olduğu sanılan duvarların, bazilikadan ayrı ve daha eski bir tarihe ait olduğu tespit edildi.

Dalgıç arkeolog, antropolog ve sanat tarihçileri tarafından 2 yıldır su altında incelenen bazilikanın doğu yönünde kiliseden bağımsız bir duvar ortaya çıktı. MÖ 3. yüzyıla ait olduğu düşünülen kalıntı bazilikadan daha eski. Ortaya çıkan oda mezarların Türkiye’de başka bir benzeri bulunmuyor. Prof. Dr. Mustafa Şahin ve ekibi, ortaya çıkan kalıntıları araştırıyor.

İznik Gölü’ndeki Bazilika Su Altı Arkeoloji Müzesi Olacak

Bursa, İznik’te İznik gölündeki, Amerika Arkeoloji Enstitüsü tarafından 2014’ün dünyada en önemli arkeolojik keşiflerinden seçilen Roma dönemi bazilikası, su altı arkeolojik müzesi olarak düzenlenmesi tartışılıyordu. Roma askerleri tarafından 1600 yıl önce Aziz Neophytos adına yapılan bazilikanın, 740 yılında bir depremle su altına gömüldüğü düşünülüyor.

Aziz Neophytos Bazilikası

Roma İmparatorluğu’nda 313 yılında Milano Fermanı ile Hıristiyanlık serbest bırakıldı. Fakat fermandan önce, yani Hıristiyanlığın yasak olduğu yıllarda henüz 16 yaşında Aziz olan Neophytos, Romalı bir asker tarafından İznik Gölü kıyısında öldürüldü. Antik kaynaklara göre, Milano Fermanı’nın çıkmasından sonra Aziz Neophytos’un sevenleri, onun adına İznik Gölü’nün yakınında bir bu bazilikayı inşa etti.

Antik kaynaklarda, Aziz Neophytos’un anısına kentin hemen dışında kalan gölün kıyısında bir kilise inşa edildiği söyleniyor. Ayrıca 8. Yüzyılda Aziz Neophytos’un naaşının, yine İznik’te bulunan Koimesis Kilisesi’ne taşındığı biliniyordu. Fakat inşa edilen bu kilisenin nerede olduğu ve Aziz Neophytos’un naaşının neden taşındığını kimse bilmiyordu. Bazilika, 740 yılındaki depremle gölün derinliklerine gömülerek unutulmuştu. İznik’te, Tarihi Kültürel Mirası Tespit ve Havadan Fotoğraflama Çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan bazilika, tüm bu soruları yanıtlamış gibi gözüküyor.

Hava fotoğraflarıyla tespit edilen bazilikanın, antik kaynaklarda geçen fakat yeri bilinmeyen Aziz Neophytos adına inşa edilen bazilika olması oldukça muhtemel. Bazilikanın içinde bulunan bir mezarın kapağının açık olması da naaşın daha önceden taşındığı bilgisini doğrular nitelikte. Kilisenin Aziz Neophytos’un kaynaklarca belirtilen şehit edildiği 21 Ocak tarihine denk gelen günlerde keşfi ise ilginç bir anektod olarak belirtilebilir.


kaynak: arkeofili

'ARKEOLOJİ TUTKUM BABAMDAN MİRAS'

Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı (TINA) kuruluşunun 15. yılı nedeniyle yayımladığı kitabı merhum işadamı Mustafa Koç’a adadı.



Türkiye’nin denizlerinde unutulan tarihimizi su yüzüne çıkartmak için çabalayan yerli ve yabancı bilim insanları ile emeği geçenlerin tanıtıldığı ‘Derinlerdeki Portreler’ adlı kitapta birçok bilinmeyen fotoğraf da yer aldı. 



Geçen yıl kaybettiğimiz Mustafa Koç için hazırlanan özel CD ve bölümde ise verdiği son röportajdan detaylar sunuluyor. Koç röportajda, 

“Arkeolojiye ilgim babamdan geliyor. Hep böyle eski eser ve arkeoloji atmosferinde büyüdük. Sualtı arkeolojisiyle tanışmam Ayhan Sicimoğlu vasıtasıyla oldu. Ayhan Bey beni ilk defa Uluburun batığına götürdü. Bilinilirlik arttıkça mümkün olduğu kadar buna sahip çıkmamız lazım” diyor. Kıyılarımızda dünyanın ilk profesyonel sualtı kazısını gerçekleştiren ABD’li arkeolog George Bass’ın, Gelidonya batığı hakkındaki sözleri de kitapta yer alıyor.


kaynak: milliyet

OSMANLI DÖNEMİ HELASINDA 400 ADET ALTIN SİKKE BULUNDU

Tokat’ta Osmanlı döneminden kalma Sık Dişini Helası’nda yapılan restorasyon çalışmaları sırasında yaklaşık 400 adet altın sikke bulundu.



Tarihi Sulusokak Çarşısı’nda Osmanlı döneminde 1600’lü yıllarda yaptırılan, son yıllarda ise depo olarak kullanılan tarihi mekanda Tokat Belediyesi tarafından 8 ay önce restorasyon çalışmaları başlatıldı. Birkaç ay önce yapılan kazı çalışmaları sırasında işçiler tarafından bir kese içerisinde farklı ebatlarda altın sikkeler ele geçirildi. Müze müdürlüğü yetkililerine teslim edilen yaklaşık 400 adet altın sikkenin envanter çalışması devam ediyor.

Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu, restorasyon çalışmaları sırasında altın sikkeler bulunduğu kaydetti. Başkan Eroğlu, “Bulunan sikkeler müze yetkililerine teslim edildi. Tarihi anlamda incelemeleri yapılıyor. Hangi tarihi döneme ait, nasıl bir değeri var ya da parasal anlamda karşılığı nedir? Tüm bunlarla alakalı olarak çalışmalar yapılıyor. Sık dişini helası daha bir çok böyle tarihe gebe gibi gözüküyor” dedi.

Başkan Eroğlu, birkaç haftaya kadar altın sikkelerle ilgili net bir bilgi alacaklarını ifade ederek, “Bir tarihi değeri olduğu parasal anlamda önemli bir değer edeceği şuanda bizim aldığımız cevaplardan anlaşılıyor. Çok değerli bir şey olduğunu çok tarihi bir özelliği olduğunu söylediler” diye konuştu.

Müze olarak değerlendirilmesi planlanan sık dişi helasının Tokat turizmine katkı sağlayacağını ifade eden Başkan Eroğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Bizim amacımız hem tarihi eserleri ortaya çıkarmak hem de geçmişimizdeki o gerçeklerle yüzleşelim, diğer taraftan da hem yerli hem yabancı turistlerinde ilgisini çekelim istiyoruz.”


kaynak: milliyet

HASTANE BAHÇESİNDEKİ MERMER TARİHİ ESER ÇIKTI

Turgutlu Devlet Hastanesi bahçesindeki kafeteryanın bahçesinde sehpa olarak kullanılan mermer parçasının Roma dönemine ait olduğu belirlendi.


Alınan bilgiye göre, bir vatandaşın kafeterya bahçesindeki mermer parçasının tarihi eser olduğu yönündeki ihbarını değerlendiren Manisa İl Kültür ve Turizm Müze Müdürlüğü yetkilileri, inceleme başlattı. Ekipler ilk incelemede, 1500 ile 1800 yıl önceye tarihlenen mermerin Roma dönemine ait bir sütunun parçası olduğunu saptadı. Mermer parçası, ayrıntılı inceleme için Müze Müdürlüğüne götürüldü. 

Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Sudak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mermerin tam olarak hangi döneme ve antik bölgeye ait olduğunun belirlenmesi için detaylı araştırma yürütüldüğünü bildirdi. Hastane Başhekimi Sabri Taşçıoğlu ise hastanenin açılışından bu yana mermerin bahçede bulunduğunu, daha önce tarihi değeri olup olmadığı konusunda bir çalışma yapılmadığını belirterek, "Tarihi bir değeri olduğunu bilseydik muhakkak muhafaza altına alır, durumu yetkililere bildirirdik." dedi.



kaynak : milliyet

HOMEROSUN MEŞHUR İLYADASINDA ADI GEÇEN KAHRAMANLAR ACABA NERELİYDİ

(tam ekran için resmin üzerine tıklayınız!)

Homeros'un lirik eseri İlyada'da adı geçen kahramanlar ve memleketleri.

Dağılım ilginç ve tabii ki hiçbir zaman emin olamayız!


kaynak: kottke

ÇANAKKALE BOĞAZINDA KAYIP KENT BULUNDU

Çanakkale Boğazı'nda Troya'dan 2 bin yıl önce MÖ 5000 civarlarında kurulmuş bir kayıp kent bulundu. Keşfedilen kayıp kent, yıllardır tartışılagelen Boğazlardaki su seviyesinin iniş ve çıkışlarıyla ilgili de ayrıntılı veri sağlayacak.



Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Troya Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Rüstem Aslan, Çanakkale Boğazı'nda kayıp bir kent bulduklarını bildirdi. Doç. Dr. Aslan, gazetecilere yaptığı açıklamada, ÇOMÜ'de görevli arkeolog Fecri Polat ile Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ve desteğiyle bu yılki Bozköy ve çevresindeki yüzey araştırmalarının kıyı bölgesiyle ilgili bölümünü tamamladıklarını bildirdi. 

Bu yılki çalışmalarda hiç ummadıkları bir buluntuyla karşılaştıklarını ifade eden Aslan, Çanakkale Boğazı'nın girişinden Çanakkale kent merkezine kadar olan kıyıyı taradıklarını ve Erenköy beldesinin hemen altında Karanlık Liman bölgesi kıyısında tarih öncesi döneme ait yerleşim yeri tespit ettiklerini belirtti.



MÖ 5000'lere ait

Aslan, çanak ve çömlek kalıntılarının incelemesinin ardından söz konusu bölgedeki yerleşimin MÖ 5000'lere tarihlendiğini ortaya çıkardıklarına işaret ederek, "Bu, bize şimdiye kadar İstanbul ve Çanakkale boğazlarının hemen kıyısında bu döneme ait yerleşmelerin olmamasının deniz seviyesinin yüksekliğinden kaynaklandığını gösteriyor. Burada bulduğumuz höyük de yüzde 90 oranında denizin yükselmesi sonucunda tahrip olmuş. Yerleşmenin yaklaşık yüzde 5'i geriye kalmış" dedi.

Troya'dan 2 bin yıl daha eski

Bölgenin Troya'daki yerleşmeden yaklaşık 2 bin yıl öncesine ait olduğunu kaydeden Aslan, şöyle konuştu:

"Enteresan olan şu, şimdiye kadar yapılan araştırmalarda Troya-1 olarak tanımladığımız yani MÖ 3000'li yıllardaki, günümüzden ise 5 bin yıl öncesine ait yerleşmelerin hemen hepsinin yüksek platolara kurulduğunu biliyoruz. Bunun nedeni konusunda bazı soru işaretleri vardı. Acaba su seviyesinin yükselmesi sonucu bu insanlar bilinçli bir şekilde mi yüksek platolara yerleştiler? Buradaki keşfimiz hem deniz seviyesinin yükselmesiyle ilgili bize ilginç buluntular veriyor hem de Troya-1 yerleşmelerinin neden yüksek yerde olduğunu kanıtlıyor. Buradaki analizler, araştırmalar, buluntular üzerindeki çalışmalarımız sürecek. Yüksek bir ihtimalle, MÖ 5000'li yıllarda burada deniz seviyesinde yükselme olmuş ve buradaki yerleşmeler su altında kalmış. Bundan sonraki 1000 ya da 1500 yıldaki yerleşmelerde de insanlar bilinçli bir şekilde kıyıdan yüksek yerlere doğru yerleşimlerini kurmuşlar."



Çanakkale Boğazı'nda kayıp bir kent

Doç. Dr. Rüstem Aslan, İstanbul'daki Marmaray kazıları sırasında deniz seviyesinin yaklaşık 7 metre altında, MÖ 6300'lere tarihlenen yerleşim izleri bulunduğunu, bunun da İstanbul Boğazı'ndaki su seviyesinin değişikliği hakkında bilgi verdiğini söyledi.

Çanakkale Boğazı'ndaki buluntunun belki bu konudaki araştırmaları biraz daha ayrıntılı şekilde ortaya koyacağını ifade eden Aslan, "Çanakkale ve İstanbul boğazlarında bu döneme ait ilk kez böyle bir buluntu ortaya çıktı. Burasını Çanakkale Boğazı'nda kayıp bir kent olarak adlandırabiliriz" diye konuştu.

Boğazlardaki su seviyelerine ilişkin de veri sağlayacak

Aslan, yaklaşık 7 bin yıl öncesinde Çanakkale ve İstanbul boğazlarının büyük bir ihtimalle sularının alçak, kıyılar boyunca yerleşmelerin söz konusu olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi: 

"Bu dönemden sonra deniz seviyesi yükseliyor. Bunu İstanbul'daki Marmaray kazılarında görüyoruz. Deniz seviyesi en  az 7-8 metre yükseliyor. Bu yükselme sonucunda o döneme ait yerleşmeler denizin altında kalıyor. Büyük bir ihtimalle çoğu da deniz tarafından tahrip ediliyor. Burada bulduğumuz bölgede yanık tabakalarını, duvar kalıntılarını, çanak çömlekleri çok rahatlıkla görebiliyoruz. Bulunduğumuz bölge 7 bin yıllık kayıp bir yerleşmenin kalıntıları. Bundan sonraki süreçte, buradan elde edilen kalıntıların daha detaylı tarihlendirilmesi konusunda araştırmalarımızı devam ettireceğiz. En ideali burada bir kurtarma kazısının gerçekleştirilmesi olacaktır. Bu kazıyla birlikte biraz daha spesifik, ayrıntılı veri elde edebileceğiz. Bu çalışmalarda jeologlar da yer aldığında belki konu biraz daha farklı açıdan  değerlendirilecek. Yıllardır tartışılan ve halen devam eden Çanakkale ve İstanbul boğazlardaki su seviyesindeki iniş ve çıkışlarla ilgili verileri biraz daha ayrıntılı şekilde elde edebileceğiz."

Yerli ve yabancı arkeologların 1960 ve 1970'li yıllarda kıyı bölgesinde yüzey araştırması yaptığını ancak bölgeyi ilk kez kendilerinin bulduğunu belirten Aslan, söz konusu höyükle ilgili haritalarda, kayıtlarda hiçbir bilgi ve veri bulunmadığını kaydetti.


kaynak: cnntürk

HİNT OKYANUSUNDA KAYIP BİR KITA BULUNDU


Bütün kıtalar yaklaşık 500 milyon yıl önce, güneyde Gondvana ve kuzeyde Laurasia olmak üzere iki (büyük) kıtadan oluştu. Başta bu iki kıta da ‘tek kıta’ olarak bilinen Pangea’nın parçasıydı. Gondvana Güney Amerika, Afrika, Antarktika, Avustralya, Asya’nın Hindistan kısmı ve Hint, Atlantik ve Pasifik okyanuslarındaki küçük adaları oluşturdu. En azından şimdiye kadar böyle biliniyordu: Wisz Üniversitesi ve Alman Jeobilim Araştırma Merkezi tarafından yapılan araştırmalar, bu kadarla kalmayıp suyun altında kalan Mauritia adında küçük bir kıtanın olduğunu ortaya koydu.



Araştırmacılar Mauritius adlı ada ülkesinde, kayaların yaşını ölçmekte kullanılan zirkon mineralinden topladı. Sonuçlar ise oldukça şaşırtıcı oldu; çünkü birçok adanın yaşı 9 milyon bile değilken 3 milyar yıllık örnekler bulundu. Araştırmacılar, bunun artık var olmayan Gondvana’nın parçaları olduğuna ve yakındaki diğer adalarda bu mikro kıtanın parçalarının bulunabileceğine inanıyor. Yalnızca Mauritia’nın varlığı bile, süper kıtanın basitçe bölünmek yerine oldukça şiddetli bir ayrılma yaşadığını ve diğer birçok parçanın da Hint Okyanusu‘nun suları altında kaldığını kanıtlıyor. Bu keşifle beraber bilimciler 200 milyon yıl önce Gondvana’nın nasıl ayrıldığını da açıklayabileceklerini düşünüyor.


kaynak: dünyanınhalleri